11 Ağustos 2010 Çarşamba

Adnan Karakaş, Temiz Cami'den bahsetti

 Ramazan Ayı ve Camilerimizin Temizliği
İnananları, inanca itimat edenleri ‘bir’ zaman ve ‘bir’ mekânda buluşturan, buluşturarak ‘bir’ kılan ibadet sürecidir Ramazan Ayı. O ibadetin adı oruç. Oruç tutan gerçekte şahsiyetine tutunur. Ortaya koyduğu iradeyle teslim olur ve o teslimiyet sayesinde bütün heveslerden kurtulma imkânına kavuşur. İnsan, karşısında, yanında yöresinde bulunan kimselerin insanlığını böylece idrak edecek hassasiyeti yakalar. Benliğin arınmışlığı mekân ve zaman bütünlüğü içinde muazzam bir ahenk oluşturur. İnsanlar şahsiyetleriyle bu ortama katılmış ve bu ortamı el birliği ile varlığa getirerek o ahengi oluşturmuşlardır. Yeryüzü ile gökyüzü adeta bu ahenkle ile can bulmuştur. Bu canlılık, özellikle iftar vakitlerinde, sahurlarda ve teravihlerde varlığa bürünür. Tabi ki, oruçlu kimselerin nezdinde…
Zaman canlanır. Ağır ağır ilerler. Geldiği yer de, varacağı durak da bellidir. Önce ‘an’ı idrak edebilmek, sonra ‘an’a tahammül. Yani sabredebilmek. Zamanın canlılığı belki de sadece Ramazan’larda bu denli müşahhas bir hal alır. Vakit an be an yaşanır. Zamanla birlikte mekân da öyle… Ve insanın hareketleri de zamanın ağır ağır akışına eşlik eder. Zamanın ağır akışı bedene yansıyınca canlılığın anlamı idrake gelir.
Vaktin ağırlığı karşısında canlılığın kendi ritmini bulması, bedenin ‘an’ı fark etmesini beraberinde getirir. Aynı inanca yönelmiş insanların –bilinç düzeyinde bir karşılığı olsun olmasın- dikkati bir yere odaklanmıştır: Camiler. Denebilir ki, şehir camilere yönelmiştir; şehrin kalbi camilerle atıyordur artık. Atılan her adımın yönü camiden yükselen ezanlar tarafından belirlenecektir çünkü. Artık madde anlamını yitirmiş, insanda-Müslüman’da maneviyat belirgin-yönlendirici bir hal almıştır. Camileri dolduran Müslümanlar vaktin ağırlığını artık bedeni bir canlılık olarak üzerlerinde taşımaya başlamışlardır. Böylece cami, ifa edilen ibadetle birlikte yaşanan ‘an’ın ve canlılığın vücut bulduğu bir mekâna da dönüşür. İslam Medeniyeti’nde şehirlerin yapısının camiyi merkeze alması da bunu gösterir. Çarşıda boy gösteren cami, dünya ile ahretin iç içeliğine işaret ederdi. Günlük işlerini yapan insanların dünyaya kapılıp kaybolmaması için camiler yalnızca namazın kılındığı bir mekân değil, çarşının merkezinde insana sürekli Allah’ı hatırlatan, mevcut dünyanın yanına ahreti göz önüne getiren bir işaret taşı görevi de görmüştür. Anadolu’nun her şehrinde karşımıza çıkan ulu camiler bu örneğin bizzat pratiğidir. Dünya-Ahiret ilişkisini merkeze alan bu yapıdan şehirlerimiz uzaklaşmış da olsalar, özellikle Ramazan’larda taşan bu ruha ev sahipliği yapmayı sürdürüyor camilerimiz; bu ruhu şehrin her yanına dalga dalga yaymayı sürdürüyor. Yani camiler namazların kılındığı mekânlar olmanın yanı sıra her bakımdan insana ve mekâna kimlik veren şehrin silueti durumundadır.
II.
Anlayış düzleminde bu şekilde anlatılabilecek Ramazan ve Cami ilişkisine temizliği eklediğimizde işin rengi tamamıyla değişiyor. Camilerimizin temizliği konusunda muhakkak herkesin söyleyebileceği bir şeyler vardır. Fakat ilginçtir, neredeyse hiç konuşulmayan bir konu olarak karşımızda duruyor. Böylesi bir sorunun konuşulamıyor olmasının altında art niyet aramak, art niyetin kendisi olur. Kanımca nasıl konuşulabileceğinin kestirilemezliği yüzünden bu konu dile getirilmiyor. Eğer Gerçek Hayat Yazarı Ümmühan Atak yazmamış olsaydı konuya eğilecek gücü ben de kendimde bulamayabilirdim. Dolayısıyla derdimiz burada bir art niyet aramak değil, sorunu göstererek çözüm içim gerekli hassasiyetin oluşmasını sağlamaktır.
Sözgelimi camilere ait lavaboların temizliği hususunu nasıl konuşabiliriz? Merkezi yerlerdeki camilerin durumu bu açıdan kısmen de olsa iyi sayılabilir. Ancak kenar mahallelere doğru gidildikçe durum maalesef içinden çıkılmaz bir hal alır. Şehirlerin kenar mahallelerine yolu düşenler, muhakkak bir camiye uğrasınlar. O camide oturup abdest alsınlar. Çoğunlukla abdest almak için imam veya müezzinden lavabonun anahtarını almaları gerekecektir. Eğer lavabo açıksa zaten sözüne ettiğimiz durum kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Temizliği bir yana lavabolarda sabunun dahi bulunmadığına çokça şahit olunacaktır. Bazı yerlerde ise, bir kalıp sabun, kullanılacak durumda olmayan bir kalıp sabunla karşılaşmak ihtimal dâhilindedir.
Bildiğimiz kadarıyla bu lavabolar ihale usulü ile veriliyor. İhaleyi alan şirket veya kişi oranın temizliğinden de sorumludur. Ya yetersiz denetim, ya da göz yumma nedeniyle bu sorun böyle süregeldi. Ancak böyle gitmemeli. Çünkü camiler bütün Müslümanlara aittir ve buradaki herhangi bir aksaklık bütün Müslümanları ilgilendirir. Başta camii cemaati olmak üzere, bütün Müslümanların camilerin temizliği hususunda daha bir dikkatli olmaları gerekir.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız Ramazan ile cami arasındaki muazzam ilişkiyi ve Allah’ın evi camilerimize gölge düşürebilecek böylesi afakî sorunlara yetkililerin eğilmesini ümit ediyoruz. Muhatap bu ülkede yaşayan tüm Müslümanlardır. Camilerle birlikte gölge Müslümanları da altına alıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülükler biran önce camilere ait lavaboların temizliği konusuna eğilmelidir.

http://www.semaverdergisi.com/Ramazan-Ayi-ve-Camilerimizin-Temizligi-6010.html