15 Ağustos 2010 Pazar

Teodora doni, Yeni Şafak'ta yazdı: "Yeryüzü bana mescit kılındı"

Öyle sanıyorum ki birçoğu aynı zamanda haftalık Gerçek Hayat dergisinin de okuyucusu olan gazetemiz Yeni Şafak okuyucuları Ümmühan Atak'ın dergideki son iki yazısından muhtemelen haberdardırlar. İtiraf etmeliyim ki ben dergiden değil de Gerçek Hayat dergisi eski yazarlarından Muhammet Sabit Yakar'ın kendi internet bloğunda, "nüktelivirgül"de, (sabitmuktesebat.blogspot.com) da yayınlatmasıyla bu yazılardan haberdar oldum. Yine de haberdar olmayan okuyucular için konuyu özetleyeyim: Mübarek Ramazan'a girmeden önce Ümmühan Atak'ın Gerçek Hayat'ta "Üç Vakit" başlıklı bir yazısı yayınlandı. Yazar yazısında dört yıl önce başlayan bir hikâyeden söz edeceğini ancak bundan önce okuyuculara bir çağrısı olduğunu, okuyucuların üç ayrı vakitte birbirinden farklı üç ayrı camiyi ziyaret etmelerini ve izlenimlerini yazmalarını istiyordu, hem de böylesine güzel dokunaklı cümlelerle: "Gidin ve avlusundan içeri girer girmez bir soluklanın. Minaresinin çevresinde uçuşan kuşları kollayın. Bu caminin kedileri mi çok, çevredeki diğer camilerin mi, bakın. Vakit namazlardan birine denk gelmediyseniz, etraf sakin olacaktır. Veya tam tersidir; turistlerle kaynıyordur. Bu önemli değil. Siz şadırvana yönelin. Abdestiniz olsa bile, tazeleyin. Bu önemli. Abdest önemli. Erkekseniz şadırvanda, hanımsanız sizin için tahsis edilmiş lavabolarda abdestinizi alın. Tazelendiniz mi? Şimdi çıkın ve yeniden camiye yönelin. Muhtemelen müezzin, Kur'an okuyordur ve etrafında dinleyen birkaç kişi vardır. Durup nefeslenmek için iyi bir fırsat bu. Bir müddet sonra kıbleye yönelin."
Alıntıladığım cümlelerinden anlaşılacağı gibi Ümmühan Atak, okuyucuların camiye gittiklerinde abdestli olsalar bile mutlaka tekrar abdest almalarını, abdest tazelemelerini özellikle vurguluyordu. Ardından Ümmühan Atak'ın Gerçek Hayat'ta "Temiz Cami" başlıklı yazısı yayınlanınca bu vurgunun sebebi anlaşıldı: "Hikâye kısa ve net; Dört yıl önceydi. Bir arkadaş sohbetinde duyduklarım hala kulaklarımda çınlıyor. Zaten hepi topu 'hikâye' dediğim, şu: - Türkiye'ye gelen turistler diyormuş ki; 'Türkiye'de, bir camiye yaklaştığımızı, tuvalet kokularından anlıyoruz'." Muhammet Sabit Yakar da, bloğunda "Ümmühan Atak ağzındaki baklayı çıkardı" diyerek yazıyı yayınladı. Bu ikinci yazıdan sonra "Temiz Cami" çağrısına okuyucu ve yazarlardan olumlu tepkiler gelince konu "temizcami.blogspot.com"da adeta bir kampanyaya dönüştürüldü ve çağrı devam ediyor: " Camilerimizin tuvaletleri pis. Üzgünüz, ama bunu birilerinin söylemesi gerekiyordu artık. Bin bir türlü ayak kokusunun sindiği halılarından daha evvel bahseden çok oldu ama cami tuvaletlerindeki 'durum' hakkında pek kimse konuşmadı. Bunun 'içimize atmak'tan başka bir izahı da yok sanırım. Niye içimize atıyoruz, bir söyler misiniz?" Evet, konu gerçekten çok önemli, camilerimizin genel olarak temizliği ve özellikle de tuvaletlerin temizliği. Söz konusu "Temiz Cami" bloğunda şimdiye kadar gazetemiz Yeni Şafak yazarlarından Prof. Dr Hayrettin Karaman, Abdullah Muradoğlu ile gazeteci Şemsinur Özdemir, gazeteci yazar Semanur Sönmez Yaman, yazar Nihat Nasır, şair Alper Gencer gibi isimler konu hakkındaki fikirlerini açıkladılar.
Evet, konu gerçekten çok önemli lakin "Türkiye'ye gelen yabancı turistlerin" bu konuda ne düşündüklerini, kimse kusura bakmasın ben kendi payıma hiç önemsemiyorum. Ayrıca konuya turistlerin baktığı pencereden bakmaya, konuyu onların açısından ele almaya özellikle itiraz ediyorum. Ne yani, kokudan sadece onlar mı rahatsız oluyor. Bu ülkedeki insanların burnu yok mu? Artık toplum olarak kurtulmamız lazım bu "yabancılar ne der diye düşünüp ona göre davranma" hastalığından. Adı üstünde "yabancı turist" ve dolayısıyla camilerimizde ibadet eden kendileri değil. Onlar müze gezer gibi camilerimizi ziyaret ediyorlar.
Camiler ibadet yeri olmaktan önce Müslümanların ortak sorunları görüşmek, acıları sevinçleri paylaşmak, zorluklara karşı dayanışmak için bir araya geldikleri, toplandıkları yerdir. Ancak ne yazık ki günümüzde camiler bu asli işlevini büyük ölçüde yitirmiş, özellikle kadınlar camilerden uzak bırakılmıştır. Oysa geçmişte olduğu gibi erkekler kadar kadınların da camiyle yakınlığı olsa, camilerin temizliğine kadın eli değmiş olur ve şimdi en azından "temiz cami" konusunu konuşmamış olurduk.
Tuvaletlerin temizliği konusu ise bence sadece cami tuvaletleriyle sınırlı değil. Camilerden hastanelere, yolcu dinlenme tesislerinden park ve alışveriş merkezlerine kadar umuma açık tuvalet olan her yerde aynı sorun var. Umuma açık tuvaletler öncelikle asla ücretli olmamalı. Bu hizmeti devlet desteğinde ve denetiminde belediyeler, vakıflar, ilgili tesisler ücretsiz olarak vermeli. Müslüman bir topluma, Müslüman bir ülkeye yakışan budur. Maalesef birçok camimizde bile tuvaletler ücretli ki bunun anlamı paran yoksa abdest alamaz böylece namaz da kılamazsın, ne kadar acı...
Sadece namaz kılmak içinse camiler, olmazsa da olur çünkü bütün yeryüzü mescittir Müslümanlara ama abdestsiz namaz olmaz dolayısıyla temiz tuvaletlerin, eskilerin deyimiyle temiz abdesthanelerin çokça varlığı son derece önemli. Onun için Şair Alper Gencer'in "temizcami.blogspot.com" da yer alan görüşlerine aynen katılıyorum: "Müslümanlar, ibadet etmek için bir mabede icbar değildirler. Yeryüzünde konuşlanmış hemen her yer; bir Müslümanı, ibadeti için konuk etmeye hazırdır... Mesele, Müslüman dediğimiz kişilerin, bir mabedin yanında ya da uzağında, neden böylesi kirli bir eşkâle sahip olduğudur". Elbette böyle bir yazının sonunda yakın zaman önce aramızdan ayrılan Şair Erdem Bayazıt'ı, "Sürüp Gelen Çağlardan" adlı şiirinin konuyu çok güzel özetleyen o unutulmaz ilk dizeleriyle rahmetle anmadan olmaz.: "Yeryüzü bana mescit kılındı/ Ant verdim toprak şahit tutuldu/ Her sabah her öğle her akşam/ ikindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak/ Seslerden bir sesle fırınlanıp/ Sularla polatlanan benim."
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=23.08.2010&y=Teodora_Doni